“Islığımı denesen hemen düşürürsün
gözlerim hızlandırır tenhalığını
yanlış şehirlere götürür trenlerim
ya ölmek ustalığını kazanırsın
ya korku biriktirmek yetisini
acılarım iyice bol gelir sana
sevincim bir türlü tutmaz sevincini
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm, karanlığım, biraz çirkinim..”
Bir Netflix dizisi ile karşınızdayım. Dizi 90larla günümüz arasında gidip gelen bir dizi. Bu tarz diziler ilgi çekici oluyor; geçmişten gelen sözleri içlerinde kalmış insanları dinliyorsunuz gelecekte. Geçmişte susturulmuş, duygularını içine hapsetmek zorunda kalmış, acımasız bir hayatla baş başa kalmış karakterleri teselli etme şansı veriyor bu dönem dizileri bize gibi. Ne de iyi yapıyor.
90larda üniversite okuyan iki gence çeviriyoruz gözlerimizi. Park Jin Young ve Jeon So-nee karşımızda. Park Jin Young’ı Yumi’s Cell dizisinde o kadar sevdim ki bu dizide görünce eski sevgilime kavuşmuşum gibi bir mutluluğa kapıldım. Ne kadar temiz yüzlü, gözleri aşkla gülen bir çocuk. Bu çocuk ileride çok iyi dizilerde boy gösterir çok eminim. Kız da çok tatlıydı. Birbiriyle uyumlu bir çift izledik 90’larda.
Han Hye Jun karakteri üniversite döneminde sistem karştı, antikapitalist, dünyayı düzeltmeye çalışan aktif bir eylemci. Babasından kaptığı bu özellikleri sayesinde okulda epey popüler. Kızların da ilgisini çekiyor haliyle. Ji-Soo da görür görmez aman Allah’ım işte hayatımın aşkı diyerek çocuğun peşine takılıyor ve takılış o takılış. Anarşizmin a’sını bilmeyen kız o eylem senin bu eylem benim koşuyor. Babası savcı ve bu duruma rağmen gözü kara kızımız tüm dünyayı karşısına aldığını bile bile bir adamın elinden tutmayı tercih ediyor.
Sonra büyüyorlar. Yoo Ji-tae ve Lee Bo-young arzı endam ediyor büyüklük hallerinde. aradan 20 yıl geçmiş. İkisi de birbirinden bağımsız hayatlar kurmuşlar. Çocukları olmuş. Çocukları tesadüf bu ya aynı sınıfta ve bu vesileyle tekrar karşılaştırıyor hayat bu ikiliyi. Kader ağlarını örüyor Türk filmlerinden aşina olduğumuz üzere.
Ancak geçen seneler acımasızca her şeyi değiştirebiliyor. 20 yıl önce bıraktığın gibi bulamazsın kimseyi. Bu iki karakter de epey değişim geçiriyor. Han Hye Jun sistemin köpeği olmuş, en baba kapitalist, işçi düşmanı bir adam haline gelmiş. Geçmişindeki herkesi hayal kırıklığına uğratmış, en çok da kendisini. Ji-Soo’nun gözündeki ışık yok olmuş. Enerji dolu, görünce bile insanlara mutluluk veren o kız gitmiş yerine bir enkaz gelmiş.
Dizi boyunca kah geçmişe gidip kah geleceğe uğrayarak karakterlerin değişimlerinin nedenlerini arıyoruz. Araya karakterlerin eşleri, babalar, bozuk düzen vs giriyor derken böyle bir drama ortaya çıkıyor.
Gençlik karakterlerini canlandıranlar ne kadar uyumluysa büyükler de o kadar uyumsuz geldi bana. Lee Bo-young aşık kadın rollerini yapamıyor bana göre. Devamlı buz gibi bir kadın var, en sıcak anında bile buz gibi. O sevgiyi hissettiremiyor. Ji-tae çabalamış ama tek başına da nereye kadar. Oyuncuların uyumu dışında güzel, izlenebilir bir dramdı. Ben gençlik hikayeleri için izlediğimi itiraf ediyorum.
İzlemenin zaman kaybı olmadığı, ancak gereksiz uzatılan, bir süre sonra insanı sıkan, ileri ala ala izlenilen bir dizi. Kötü değil; ama harika da değil. Karar sizin.
Sevgilerimle..
Bir yanıt yazın