“Oysa ben zindanı içimde taşıyorum. İçimde kış var, buz var, umutsuzluk var. Ruhumu gecenin zifiri karanlığı kaplamış. Çektiğim acıyı biliyor musun?”
“Gündüz herkesindir. Beni neden hep geceye mahkum ediyorlar?”
Yukarıdaki alıntılar Notre Dame’ın Kamburu kitabından. Quasimado çirkin, kambur ve yalnız bir insandır. Sevilmek ister, diğer insanlar gibi. Bakışlar kendisine geldiğinde bakanların suratı iğrenme ifadesine bürünmesin, korkmasınlar kendisinden, insanları rahatsız etmemek için sadece geceleri ortaya çıkmak zorunda kalmasın artık ister. Normal bir insan olmaktır hayali. Acıklı bir edebi eserdir, harikadır. Okumayanlara bilhassa tavsiye ederim. Bu karakter bir vampir değil; ancak kendisini insanlardan izole etme çabası ile bana bu dizideki Lee Joon Gi’nin karakteriyle çok benzer geldi. Sürekli geceleri ortaya çıkmak zorunda kalan vampirlerin dünyasına hoş geldiniz!
İzlediğiniz bir dizinin gidişatını değiştirebilme şansı verilseydi bu hangi dizi olurdu? Benim kalbimi paramparça eden, hayata küstüren bir dizi ile karşınızdayım. Spoiler verdin yaa demeyin hemen bir açıklama yapayım. Dizinin başından itibaren zaten bilindik bir olaydan ötürü kalbimi acıtan bir dizi. 120 yıl boyunca sevdiği kadının kendisi uğruna hayatına son vermesinin acısını çeken bir vampirimiz beni yaralayan… Diğer dramalarda en çok başrol karakterler ölüyor ve siz ay keşke ölmeselerdi diye içleniyorsunuz. Neticede insan hayatı kısıtlıdır bilirsiniz; ama gene de bu kısıtlı sürenin sizin gözünüzün önünde canlandırılmasına seyirci kalamazsınız. Bir ömür boyu mutlu yaşadılar diye bir son sizi tatmin etmeye yeter. Ancak ya ölüm olmazsa? Ölüm, belli yaşa gelmiş herkes için kurtuluştur; öyle algılanır. Kalbinde bir acın varsa ve bu acıyla senelerce yaşamak zorunda kalırsan ölümün niçin kurtuluş olduğunu daha iyi anlarsın. Kalbinde bir acıyı 120 yıl taşımak ne demek? Alim Kim (Lee Joon gi) sen nasıl dayandın? Kimbilir kaç yıl daha böyle canım yanacak diye kurtuluşunu bekleyen bir vampir!
Lee Joon Gi her daim hayranlık duyduğum bir oyuncu olmuştur. Çünkü mimikleri ile her türlü ifadeyi karşısındakine çok güzel yansıtıyor. Rollerini adeta yaşıyor. Hiçbir rol kendisinde sırıtmıyor; ancak tarihi dizilerde daha bir karizmatik görüldüğünün farkına varılmış olunmuş ki sanırım, bu nedenle bol bol bu tarz diziler çektirmişler. Normalde tarihi dizi sevmem; ama söz konusu bu adamın dizileri olunca konusuna dahi bakmadan izler hale geldim=P
Çook eski zamanlarda bir vampir ile bir adam ülke kuruyorlar. Yasasını birlikte hazırladıkları ülke için gündüzleri bu adam, geceleri ise vampir (Gwi) ülkeyi idare edecektir. Ki geceleri ülkenin yönetilmesine ne gerek var yaa diye hakkını o zamandan savunmayan vampir de ne biliyim ülke filan yönetmesin yani=) Sonra kral ve vampir arasında iktidar savaşları başlıyor, vampir kralın kadınlarını hunharca harcamaya başlıyor; kanlarını emerek öldürüyor. Ve kısa zamanda sarayın kabusu haline geliyor, kontrolsüz bir güç. En nihayetinde prensleri de öldürmeye başlıyor. Vampirin kontrolünün sağlanması için gereken şeyler öldürülen prensin yazdığı hatıratta yazılı. O hatırat bir kere bulunmalı. Bu aklımızda kalsın.
Lee Joon Gi yani Alim Kim hatıratı yazan prensin en yakın arkadaşı. Ancak en yakın arkadaşı ve sevdiği kadın vampir tarafından öldürülünce istemeden de olsa vampir oluyor. İntikam alıp bu dünyadan göçmek ve öteki dünyadaki sevgilisine kavuşmak hayalinde. 120 boyunca yasını tuttuğu, ölümü kendisinin elinden olan sevgilisine.. Hikayedeki iyi vampir kendisi oluyor=)
Lee Yoo-Bi kızımız da geçmişte asil tayfasından birinin kızı olup bazı olaylardan ötürü erkek kılığında yaşamını idame ettirmesi gereken bir sahaf. Babası hain olarak anıldığı için zor bir hayat geçirmektedir kendisi. Yolu bir gün Alim Kim ile kesişir. Alim’in aradığı kitabı bulma görevini üstlenir ve artık sahibi Alim beyimizdir.
Krallar, prensler, kraliçeler, vampirler filan derken hikaye ilgi çekici bir biçimde ilerliyor. 20 bölüm olması biraz sıkılmanıza neden olabilir; anlatılacak hikaye daha kestirmeden anlatılsa daha hoş olurmuş. Ama genel anlamda ilgi çekici konusu ve harika oyunculukları ile kendisini izleten bir drama.
Kadın oyuncuları değil de erkek oyuncuları çok sevdim. Lee Joon gi iltifatlarım senelerce bitmez; ancak Gwi’yi oynayan Lee Soo Hyuk resmen döktürmüş. Karizmasını hiç anlatmaya gerek yok zaten de; o korkunç, acımasız bakışları ile resmen donuyorsunuz. Evlerden ırak yarebbim diye diye izledim resmen. Gerçekten, gerçek bir kötü! Hart hurt dalıyor insanların boyunlarına, boyun bırakmadı dizide nerdeyse=) Ama harika bir vampir karizması var; ses tonuna da bayıldım=P Dizide Lee Joon Gi’mime tekme tokat dalmadığı anlarda aslında sevdim de kendisini. Ve üzüldüm kendisine. Yüz yıllardır yapayalnız kalmış. Sevilmemiş. Hep saklanmak zorunda kalmış karanlıklara. Gerçi sevilse de kana susamışlığına çare bulunamazdı da; kötü olmasına bir ihtimal; çünkü neden hep yalnızlık. Acınası bir karakter aslında…
Lee Yoo-Bi’nin oyunculuğunu hiç sevemedim. Genel anlamda oyunculuğu sırıtmadığı için iyi oyunculuklardan dedim araya kaynadı kendisi=) Ama rolünü çok abartılı yapıyor; gözlerine filan sahip olamıyor ya pörtlüyor ya ayrı oynuyor filan ben çok sevemedim kızımızı. Başka bir oyuncu oynasaydı çok daha harika olabilirdi dizi.
Velihat Prensin de ortalama bir oyunculuğu vardı. Onda da gözüne hakim olamama olayı var=) Gözlere de takmışım gibi oldu ama çok dikkat çekiciydi. Dizi boyunca kendisini bir sevdim, bir nefret ettim. Şu an ne hissediyorum bilmiyorum. Diziyi iki vampir sırtladığı için hakkında çok yorum yapmaya lüzum görmüyorum prens beyin de.
Sıkmayan, sürükleyici, merak unsurları olan bol kanlı bir dizi. İki vampirimiz için izlemenizi tavsiye ederim=)
Sevgiler…
Bir yanıt yazın