North And South
(Kuzey ve Güney)
“Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii hakları imiş gibi insandan birçok şeyler istedikleri için… Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil… Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçemiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek… Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey veremeyiz… Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum.”
En sevdiğin dizi ne diye sorsalar gözüm kapalı Pride And Prejudice, derim. Colin Firthlü versiyonu pek tabii. bayıla bayıla izlediğim, defalarca izlesem dahi sıkılmayacağım güzellikte bir dizi. Böyle kabarık kabarık kıyafetler, danslar müzikler, köşkler şatolar ve elbette olmazsa olmaz İngiliz aksanı faktörleri sağ olsun bayılıyorum Bbc yapımlarına. Bundan mütevellit Aşk ve Gurur sevenlerin bayıla bayıla izleyecekleri benzer diziler listelense, en başa sanmıyorum ki Kuzey ve Güney’den başkası konulsun, konulabilsin. Bir Elizabeth Gaskell romanı. Gaskell; hayatın sırf aşktan ibaret olmadığını da göz önünde bulundurarak aşkın yanında sanayi devriminin yarattığı karmaşık yapı, insanları üç kuruşa sömürmeyi marifet bilen patron sınıfı, sömürülen işçi sınıfının hak arama mücadelesine gibi sorunlara da değinmeyi seçip basit bir aşksal roman olarak tanımlanmasına engel olmuş eserinin. İşte bu mevzubahis dizi, Gaskell’in aynı isimli kitabından uyarlama bir Bbc dizisi.
Helstone; sakinliği ve huzurlu ortamıyla bilinen bir güney kasabasıdır. Ana karakterimiz Margaret Hale (Daniela Denby-Ash), bu kasabadan, soğuk ve aynı zamanda bir sanayi şehri olan kuzey şehri Milton’a taşınmak zorunda kalıyor. Yeni taşındığı yer hakkındaki görüşlerini şöyle aktarıyor; “Keşke ne kadar yalnız olduğumu; burasının ne kadar soğuk ve sert olduğunu sana anlatabilseydim Edward. Her yerde bir anlaşmazlık ve zalimlik.. Sanırım Tanrı burayı terk etmiş. Sanırım cehennemi gördüm. Cehennem beyaz, kar beyazı..” Cennetten cehenneme düşen bir insan ne kadar mutluysa o da o kadar mutlu. Cehenneme ait olduğunu düşündüğü insanlara ne kadar sempatik bakabilirse o kadar sempatik bakabiliyor çevresindekilere..
Ve bir de var olduğu müddetçe hep cehennemde yaşayanlar.. John Thornton Tim (Richard Armitage) gibi. Hayat kendisine hiç güzel yüzünü göstermemiş. Yaşadığı şehir gibi soğuk, kaskatı bir adam olmazsa bu şehirde barınamayacağını öğrenince, oldukça soğuk ve otoriter bir karaktere bürünmüş. Bir fabrikası var; emrinde çalışan işçileri… Ki hikayedeki işçilerin hak arama mücadelesi vs kendi fabrikası vasıtasıyla aktarılıyor. Bir gün hayatına hiç de alışkın olmadığı sıcaklıkta bir kadın giriyor; ama sahip olduğu önyargılarla kendisinden nefret eden bir kadın… Ve insanoğlunun farklılığa olan tutkusundan kaynaklı olmalıdır ki bu kadına aşık oluyor. Gurur ise daha çok kadın karakterimize yüklenmiş bir özellik.
John ve Margaret’in ilişkisi Elizabeth Bennet ve Mr. Darcy arasındaki ilişkinin aynısı. Aşıklar; ama ziyadesiyle gururlular. Hatta şu sahne dizinin en efsane sahnesidir;
Gitmemesini isteyen; ancak bir türlü yüzüne gitme diyemeyen bir adam… Kalmak isteyen ama birisinin kendisine kal demesini bekleyen bir kadın… Ve akabinde çaresizce ağızdan dökülen dilek; “look back, look back at me!” Ve büyük hayal kırıklığı.. Sinema tarihinin en etkileyici sahneleri arasında benim için şu birkaç saniyelik sahne.
Drama 4 bölümcük. Daha önce de belirttiğim gibi realist bir yapım. Sırf aşkı meşki anlatayım da cebim dolsun havasında yapılmamış olması, kendisini diğerlerinden keskin bir çizgiyle ayırıyor. Çünkü bu dünyada sömürülen ve birilerini sömürdükçe daha fazla zenginleşen bir kitle var. O kadar komik ücretlerle çalıştırılıyorlar ki insanları ve bu insanlar o kadar berbat koşullarda yaşıyorlar ki. Ve biz farkında değiliz. Farkında olmayan kesimin dikkatini çekmenin en iyi yolu onların da ilgi alanı olan bir şeyin içine gerçek dünya sorunlarını da katmak. Bir şeylerin ters gittiğinin farkına varmanızı istiyor sizden bu yapım. Birleşik krallıkta geçse de olaylar, aslında dünyanın her yerinde yaşanan bir sorun bu. Sağladığı bu farkındalık bile bu 4 bölümcük dramanın ne kadar büyük bir yapım olduğunun ispatı değil de ne?
Ay bu arada Richard Armigate nedir yarebbim? Adam resmen John olmak için dünyaya gelmiş! Bayıldım kendisine. Canlandırdığı karakter bir Mr. Darcy elbet olamaz; ama o nasıl mağrur, sevdiği kadın tarafından sevilemese de kadınını korumak için çaba gösteren yüce gönüllü bir adamdır! O nasıl bir karizmadır? O nasıl bir coolluktur? Bu drama bu kadar sevildiyse şüphesiz ki baş faktör kendisi =P
Belirttiğim gibi Bbc draması sevenler; hele aşk ve gurura bayılanlar muhakkak izlemeli. Zira kendisiyle bu kadar benzeşen başka bir drama daha yoktur. Ha biraz daha karanlık bir yapısı var ama; işte hep kuzeyin soğukluğu neden=) Keyifle izleyeceğiniz bir yapım.
Sevgiler..
Bir yanıt yazın