(Kokuhaku-Geständnisse)
(İtiraflar)
“Huzurun olmalı biraz ve seni güçlü kılacak kadar acın. Biraz garip ama; bazen kimseye aldanmayacak kadar taş kalpli olmalısın.”
Yabancı film dalında oskar aday adayı olmuş; imdb puanı da türüne göre epey yüksek, 2010 yılına ait bir Japon filmi söz konusu. İntikam filmini en iyi çekik gözlüler becerir tezini ispat için çekilmiş filmlerden biri daha resmen. İntikam ve vahşet hiç bu kadar şairane, bu kadar hayranlık uyandırıcı olmamıştı!
Yuko Moriguchi; sonradan Aids olduğunu öğrendiği sevgilisinden doğma küçük kızıyla mutlu bir hayat yaşamaktadır. Bir ortaokulda öğretmenlik yapmakta; öğrencileri ise evlerden ırak yarebbim denilecek derecede yaramaz, vahşi, gaddardır. 12-13 yaşında çocuklar ne kadar kötü olabilirler ki diyorsun di mi? Bekleee.
Bu noktada bir bilgi verelim; Japonya’da 14 yaşından küçük çocuklar işledikleri suç ne olursa olsun cezalandırılmıyorlar. Cinayet, hırsızlık vs vs. Bu nokta çok mühim; zira hikayenin çıkış noktası bu.
Öğretmen hanımın mutlu hayatı; kendisi dersteyken, okul bahçesinde kendi halinde takılan küçük kızının havuza düşüp boğulmasıyla kabusa dönüşüyor. Ve delillerden yola çıkarak kızının bir kaza sonucu değil de kendi öğrencisi olan iki çocuk tarafından öldürülüp havuza atıldığını fark ediyor. Öğrencilerini adalete teslim etse sonuçsuz kalacağını bilen öğretmen, kendi intikam planını devreye sokuyor. Acaba sırf canları istedi diye el kadar çocuğu öldürmekten çekinmeyen iki vahşiye, acı nedir öğretebilecek midir? Yoksa daha büyük acılara mı maruz kalacaktır?
Filmin ilk kısmı; Japonca ne biçim dil yeaa diyen beni Japonca’ya aşık edecek kadar güzel konuşan Yuko’nun, sınıfındaki öğrencilere kızının ölümünü haber vermesiyle başlıyor. Ki kadının ses tonu vahşet gerilim dolu bu filme epey zıt kaçmış.. Kadın böylesine huzur dolu konuştukça gerilim bunun neresinde, hani vahşet diye bir müddet şaşkınlığa uğradım, kadın susunca başladı zaten vahşet ve gerilim=)
Kızının ölüm haberini verirken, sınıftan iki öğrencinin de onun katilleri olduğunu söylüyor Yoko. Ancak isim vermiyor; öğrenci A, öğrenci B. diyerek isimlendiriyor bu ikiliyi. Onlar hakkında ayrıntılı bilgi vermeyi ihmal etmiyor tabi; ve en son bir sürprizinden bahsedip dersi bitiriyor; “okulda dağıtılan günlük sütlerin A ve B öğrencilerine ait olanlarının içine Hiv virüsü karıştırdım!” Ve esas hikaye bu noktadan sonra başlıyor.
Filmin isminin itiraflar olması da bu noktadan sonra anlam kazanıyor. Ailesini isteyerek öldürüp konuyu bloğuna meze yapan kızın itirafı, Hiv virüsü kaptıktan sonra deliren öğenci B’nin annesinin itirafı, öğrenci B’nin itirafı, öğrenci A’nın itirafı.. Sizinle itiraflarını paylaşmak isteyen o kadar çok karakter var ki… Bir başkasına anlatamayacakları şeyleri bi’ size anlatarak rahatlayan… Her bir karakterin adeta sırdaşı oluyorsunuz. Ve film, tüm bu itirafların birkaç noktada kesişmesiyle son buluyor. Ve efsane bir final..
İşlenen cinayetler; slow motion tekniğiyle çekilmiş olanları hele çok etkileyiciydi. Gerçekten şairane sahnelerdi. Kan-vahşet çok abartılı değil deniyor; ama beni rahatsız etti. Onca vahşet filmi de izledim; ama hala midem etkileniyor=) Ama çekimleri çok çok iyiydi. Şiir yazar gibi cinayet işletmiş karakterlerine yönetmen.
Oyunculuklar da iyiydi, göze batan rahatsız edici rol yapan kimse yoktu. Ama öğrenci B çok ayrıydı! Çocuktan cidden korktum ya hu, o nasıl bağırmadır, çıldırmadır? Tüylerimi diken diken etti. Rol yapmamış sanki; adeta yaşamış o çaresizliği, o ölüm korkusunu. Filmin en iyisi bence kendisiydi.
Spoilera kaçmasın diye finalden bahsedemiyorum; ama filmin gidişatına göre epey iyi bir finaldi. Başka türlü bitirselerdi film çok zayıf kalırmış, tatmin etmezmiş seyirciyi. Finali cuk oturmamış olsaydı tavsiye eder miydim bilmiyorum bu filmi. Varsayımlar üzerine konuşmayalım gerçi; intikam temalı filmleri seviyorsanız beğenerek izleyeceğiniz bir film. Görüntülerinin güzelliği, hikayenin yavaş yavaş sindire sindire anlatılması, hele Radiohead faktörü filan derken sıkılmadan izleyeceğiniz bir film çekmiş Japonlar. Ha benim için intikam Güney Kore ile özdeşleşmiştir ama başkaları da üç beş yapabiliyormuş görmüş oldum=)
Bu arada şu replik çok efsane;
“Dermişim!” nihahaaha. Öhöm.
Film bir gerçeği daha yüzümüze vuruyor; şartlar, her insanı bir yönden kötüleştirebilir. Dünyanın en hümanist insanının bile bir bam teli vardır. Korkunç da olsa gerçek bu yönde. Vahşete bak diye ibretle izlediğimiz şeyler aynı bizim başımıza gelse, o vahşetten biz de zevk alabilir hale gelebiliriz ne acı ki, daha fazla vahşet için çıldırabiliriz hatta. Normal bir hayat süren öğretmenin geçirdiği bu değişim, bunu bize hatırlatmak için işte bu filmde duruyor. Kimseye zararın yok; kimseyle derdin yok; ama birileri senin bu huzurunu huzursuzluğa çevirmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Hem de durduk yere.. Hem de öylesine, can sıkıntısından.. Delirmez de ne yaparsın?
Hayatın bize kötü yönlerini göstermediği günler dilerim ve filmdeki Radiohead güzelliğiyle sizleri baş başa bırakıyorum;
Sevgiler..
Bir yanıt yazın